Kubbede KALAN

96

Sevda Ergin’in bu yazısı Fabrikanın 56. sayısında yayınlandı.

Piyotr İlyich Tchaikovsky, 1840’ta Çarlık Rusyası’nda dünyaya geldiğinde komşu imparator- luk Osmanlı’da geleceğin bir başka bestecisi Hacı Arif Bey 9 yaşındaydı. Her ikisi de yeteneklerini küçük yaşta farkettirdiler. Tchaikovsky’nin ken- dini tamamiyle müziğe verebilmesi için Nadejda von Meck ile karşılaşması ve geçiminin onun tarafından üstlenilmesi gerekti. Hacı Arif Bey ise Muzıka-i Hümayun’a girdi ve ömrünün büyük kıs- mını sarayda geçirdi, eserlerini orada verdi.

Tchaikovsky, otantik Rus halk temalarını batı tekniğine göre işledi. Hacı Arif ise şarkı for- munda yeni bir üslup geliştirdi, kürdili hicazkar makamını düzenledi. Velhasıl

ikisi de büyük müzisyenlerdir, yaratıcılıkları takdire şayan- dır. Ancak bugün eğitimli bir Türkiyeli için Tchaikovsky, dinleyicisi olmasa bile eserlerinin belli başlıları, hiç değilse ismen bilinen ve saygıda kusur edilmemesi gereken bir büyük bestecidir. Hacı Arif Bey ise bu ülkenin insanlarıyla aynı gökkubbe altında yaşamış olduğu halde, kültürel anlamda uzak bir galaksiye aittir adeta.

Franz Joseph Haydn 1808’de dünyamızdan göçüp giderken, ardında onlarca sen- foni, kuartet, operet, opera… bıraktı. Haydn’dan bir yıl sonra 1809’da bu dünyadan bir büyük besteci daha göçtü:

Padişah III. Selim. Annnesi aşçı, babası arabacı olan Haydn ömrünün yaklaşık otuz yılını Macaristan’ın en büyük soylu ailesi olan Esterhazy’lerin sarayında geçirdi. Prens Esterhazy müziğe çok düşkündü. Haydn ve orkestrası Prens’e konser verirken o kadar yorgun düşerlerdi ki, sonunda Haydn “allaha ısmarladık” adıyla bilinen senfonisini besteleyerek “mesaj verdi.” Bu senfoninin sonuna doğru, çalgıcı- ların teker teker işleri biter ve işini bitiren gider, son kemana kalınır.

Derken son kemancı da bitirip gider. Haydn bu senfonisini, müzik tutkunu Esterhazy Prensi’ne, çalgıcılarında yorulacağını hatırlatmak için yazdı. Müziğe düşkünlüğü, icracıların halinden anlama- yacak kadar bencilleştirse de Prens Esterhazy’yi; kendisine müteşekkiriz, bir büyük ve yoksul besteciyi himaye ederek, zamanını ve yaracılığını gündelik hayatın ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken heder etmekten kurtardığı; rahatça bestelerini yapmasını sağladığı için.

Gözlerimizi aynı dönemde Osmanlı Sarayı’na çevirdiğimizde ise III. Selim’in şahsında sanatı ve sanatçıyı seven ve koruyan bir padişah

değil, sanatsal yaratıcılığın ta kendisini görüyoruz. Beethoven da Sultan III. Selim gibi 18 ve 19. yüz- yıllara yayılan bir yaşam sürdü (1770-1827). Ren kıyısında Bonn’da doğdu. Ren nehrinin ötesinde Fransa’da doğan devrim- den etkilenerek müzikte de kuralları bozmaktan çekinmedi. Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nda devrim diye nitelendirilebi- lecek siyasi alt üst oluşlar yaşanmadı. Ancak Fransız devrimi’ni hazırlayan süreçler, bütün Avrupa’yı olduğu gibi; Osmanlı’yı da etkilemekteydi. Fransız devrimiyle aynı yıl tahta çıkan

  1. Selim şairliğinin, besteciliğinin yanısıra, önemli bir reformcuydu, yenilikçiydi.

III. Selim döneminde klasik müziğimizdeki gelişmelerde, Beethoven’in batı klasik müziğinde yaptığı kadar sarsıcı değildir belki. Ancak teslim etmek gerekir ki, III. Selim dönemi klasik müziğimizde bir dizi yeniliğin arandığı ve gerçekleştirildiği çok parlak bir çağdır. Bu bakımdan, en yüksek dönem sayabileceğimiz II. Mahmut döneminin girişi ola- rak da anlaşılması gerekir.

Beethoven’a dair sarf ettiğimiz bir kaç cümle okur yazarlığı olan insanlar için malumun ilanıdır. Hepimiz biliriz bunları. Ama III. Selim, büyük yaratıcılığına, yüksek değerdeki bestelerine rağmen bu ülke insanlarının çoğunluğu için, ilköğretim ve lise tarih kitaplarının boğucu sayfalarında adı geçen padişahların otuzuncusudur sadece.

Şakir Ağa ve Salieri

Mozart ile Salieri arasındaki rekabet, klasik batı müziğinin magazini içinde en çok bili- nenlerden biridir. Klasik batı müziğine vukufumuz çok derin olmasa bile, Milos Forman’ın “Amadeus” filminde Mozart’ın dehasıyla rekabet etmeye çalı- şan Salieri’nin dramını çoğumuz izlemiştik. Bizim klasik müzik tarihimiz de, benzer bir rekabeti kay- deder. II. Mahmud döneminde Şakir Ağa, Dede Efendi ile büyük bir rekabete girişmiştir. Elbette gerilimden padişah da haberdardır. Yeni makamların düzenlendiği, müthiş bestelerin ortaya çıktığı bu yaratıcı rekabet ve hatta gerilim, edebiyatın ve sinemanın ilgisini fazlasıyla hak etmektedir. Hatırladığımız kadarıyla TRT’de yayınlanan Dede Efendi üzerine bir dizide, bu rekabete “hikaye” düzeyinde değinilmişti. Ve o kadar.

Bütün bunlar durup dururken zihnimize üşüşüvermiş değil. Yani sadede geliyoruz. Türk Musıkisinden Seçmeler isimli 4 CD halinde yayın- lanan albümü cuş-u huruş ile dinlerken, bir yandan da bunları düşündük. Fabrika’da tanıtmayı görev bildiğimiz sözkonusu yapım, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı ve Biofarma İlaç Sanayi ve Ticaret A.Ş. tarafından KALAN Müzik’e hazırlatılmış. Piyasaya sunulmak üzere değil; bir prestij ürünü olarak hazırlatıldığı için kitap-CD satan yerlerde bulunmuyor. Fabrika’nın mutfağına aşina olanlar, bu albümün hangi “organize tesadüfler”, uzun bir döneme yayılmış çabaların yarattığı “şanslar” sonucu, kimlerin eline geçmiş olabileceğini tahmin edeceklerdir. Dolayısıyla dinlemek isteyenlerin hangi adresleri ziyaret etmesi gerektiği de, herkesin bildiği sırlardandır.

4 CD’ye sığdırılmış bu yapımda Abdülkadir Meragi’nin Rast Kar-ı Muhteşem’i, Hafız Post’un Gelse o şuh meclise isimli rast yürük semaisi, Itri’nin Neva Kar’ı, Sadullah Ağa’nın Bayati Ağır Semaisi, Sultan III. Selim’in Suzidilara Beste’si, Dede Efendi’nin iki semaisi, kar ve şarkı- larından seçilen şaheserlerin yanı sıra, Hacı Arif Bey’in Bakmıyor Çeşm-i Siyah, Mustafa Çavuş’un Dök zülfünü meydane gel, Giriftzen Asım Bey’in Cana, rakıbi handan edersin, Lem’i Atlı’nın Siyah ebrulerin duruben çatma adlı şarkıları gibi, hazmı daha kolay eserler de yeralıyor. Toplam 67 eserin yeraldığı CD’lerin yanısıra, hazırlanan kitapta eser- lerin güfteleri, bestekarlar hakkında bilgiler, güfte- lerin anlaşılmasına yardımcı olmak üzere bir küçük sözlük, İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosu ve koronun efsanevi yöneticisi Prof. Dr. Nevzat Atlığ hakkında hazırlanmış bölümler bulunuyor. Ve aşağıda olduğu gibi yayınladığımız, Bülent Aksoy’un “Itri’den Suphi Ziya Özbekkan’a Türk Musikisi” başlıklı yazı da aynı kitapta yeralıyor.

Biofarma İlaç Sanayi ve Ticaret AŞ’nin ve Türk Kültürü’ne Hizmet Vakfı’nın, bu çalışmayı Kalan Müzikle yapması elbette bir raslantı değil. Dede, Itri, Tatyos Efendi, Sultan Bestekarlar’dan Hisarlı Ahmet’e, Neşet Ertaş’a, Seyyan Hanım’a varıncaya kadar kültürel mirasımızın pek çok unsurunu, kubbemizde kalan hoş sadaları arşiv serileriyle bize tekrar kazandıran ve estirdiği temiz havayla, piyasayı dolduran kalitesizlik, zevksizlik, çiğlik, sululuk vesaire erbabını hiza istikamete bakmaya zorlayan KALAN Müzik’e bu vesileyle bir kere daha teşekkür ediyoruz.

Seçmeler piyasa için üretilmediğinden, kolayca erişilemiyor demiştik. Bu nedenle Bülent Aksoy’un, yukarıda sözünü ettiğimiz, geleneksel müziğimizin gelişimini ele alan yazısını Fabrika okuyucularıyla paylaşma ihtiyacı duyduk. Yararlanacağınızdan kuşkumuz yok.

TEILEN