İstanbul’un Bir Gecesi / Suat Derviş

75

Suat Derviş’in İstanbul’un Bir Gecesi adlı romanı İstanbul’un sıradan bir gecesini, farklı sınıfların insanlarından yola çıkarak anlattığı eseridir.

        Roman, Suat Derviş edebiyatının o’nun yazınının toplumcu gerçekçi dönemine damgasını vuran iki romanından biridir. Yazarın toplumcu gerçekçi edebiyatın diğer romanı ise “Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır” adlı yapıtıdır. İlk kez 1937 yılında gazetede tefrika edilmiştir.

           İstanbul’un Bir Gecesi’nin ana teması ve dramatik yapısı veremli bir yoksul Zeliha karakterinin kaza geçiren oğlu Memduh’a kan araması sırasında yaşadıklarıdır. Çocuk işçi Memduh, annesi çalışamayacak kadar hasta olduğundan hayatın yükünü erken yaşta omuzlamak zorunda kalan nice yaşıtlarından biridir. Suat Derviş Memduh’un bu durumunu şöyle açıklar:

     “Çıplak ayaklarının parmakları arasına çamurlar dolarak şişman bir ev kadınının arkasında yürümek, doktorun annesinin tavsiye ettiği ve kendisinin bir gün bile almaya iktidarı yetişmeyen şeylerin ne kadar kolaylıkla alınabildiğini görmek onun için bütün bu meşakkatlerden (güçlüklerden) daha büyük bir azap oluyordu.”

          Hamallık yaparak hayatını kazanan Memduh, aşırı çalışmaktan yorgun düştüğü bir akşamın sonunda yorgunluğunun yarattığı dikkatsizlikle tramvayın altında kalarak ağır yaralanır ve bir kolunu yitirir..

         Memduh’un annesi Zeliha karakterinin yolculuğu sırasında Suat Derviş, İstanbul’un burjuvalarının düğününe davet eder okuru.. O düğüne kıyafet hazırlayan terzi yardımcısı Leyla ve aşık olduğu genç işsiz ve kumarbaz Avni ile romanın yan karakterlerinin tutkulu aşkını anlatır. Leyla delicesine aşık olduğu Avni karakterinin işlediğini öğrendiği bir suç sonucu akıbetini öğrenmeye çabalaması yapıta tempo kazandıran bir yan öyküdür.

        Burjuvazinin düğünü aynı zamanda bastırılmış hırsların birikmiş kin ve garezlerin, kıskançlıkların ve her türden iç çatışmanın yansımasıdır. Doktor Muhsin Atlısoy’un eşi olan Kevser, aşık olduğu ve eşini aldattığı Cavit’in bir engelli olan Saffet ile evliliğini şu iç konuşmayla anlatır:

     “Görüyor musunuz şu adamı ? Benim erkeğimdi. Beni terk etti. Milyonları olduğu için şu yengeçle evleniyor. Benim erkeğimken bunu yaptı.”

    Burjuvazi için evliliğin sınıf atlamak için kullanılan bir araç olduğu gerçeği düşünüldüğünde Kevser karakterinin yaşadığı psikolojik buhran, yerli yerine oturur. Kevser, sevmediği istemediği bir burjuva hayatıyla çatışma halindedir. Kocası Muhsin Atlısoy ile ulaştığı imkanlar ve sosyete yaşamı ile sevgilisi Cavit’in yarattığı beklenti ve sevilme ihtiyacının ardından gelen hayalkırıklığı romandaki sinizmin sınırlarını gösterir.

    Suat Derviş, burjuvazinin muhtelif kollarının yabancılarla iş tutan ve yabancı burjuvaların mallarını yurda getirenlerini yine aynı düğün gecesinde buluşturur. Tipleştirmeyi Fazıl Osman ve Herr Krause ile yapan Suat Derviş, bu alışverişi şu kelimelerle verir:

          “İşte şimdi, şu anda büfenin önünde en aşağı üç-dört milyon Türk liralık bir iş müzakere ediliyordu. Herr Krause Almanya’nın ecnebi (yabancı) memleketler için imal edilmiş tapon mallarını Fazıl Osman beyfendi vasıtasıyla kimbilir hangi müesseseye satmak için ikna edici nutkunu kızının izdivacının (evliliğinin) saadetle payidar (ölümsüz, kalıcı) olması temennilerinden yaptığı bir demetle karıştırarak takdim ediyordu.”

         Öte yandan, eşinin rahatsızlığının yarattığı hastane masraflarını ödeyememesinden dolayı çalıştığı şirketin kasasından para çalan veznedar Vasıf’ın düğün sahibine ulaşmaya çabalaması romanın trajik bir başka yönünü yansıtır. Vasıf çaldığı para için patronundan özür dilemek isterken, düğün davetlilerinin otomobillerinin soyulmasından dolayı hırsız yerine konularak tutuklanır. Vasfi’nin bu boşuna çabası burjuvazinin yoksullarda kendine karşı gördüğü tehdit ve dışlamayı beraberinde getirir. Suat Derviş yapıtında bu durumu şöyle açıklar:

         “Ve utanmadan ufak bir vicdan azabı duymadan bir adam, bu kale gibi konakta, yüzlerce davetliyi doyuran ve bu bir gecede onun vezneden çaldığı parayı değil onun bütün hayatınca harç edebileceği parayı eğlence için sarf edebileceği adam olan elini uzatmıyor, tıpkı bir insanın suda boğuluşunda imdada koşmak gibi en iptidai (ilkel) bir insanın duyabileceği bir alakayı, bu en tabii (doğal) ihtiyacı hissetmeden soğuk kanla seyrediyordu”.

          Suat Derviş, gazetecilikten gelen bilgisini ve İstanbul’un yoksul ve işsizlerinin nasıl yaşadığına dair tanıklığını tıpkı Ankara Mahpusu romanında olduğu gibi İstanbul’un Bir Gecesi’nde de Zeliha karakterinin tanıklığında sergiler:

           “Sabunda çalıştığı zamanlar gece yarısından sonra işinden çıkıp buralardan geçerken Karaköy Caddesi’nde, tramvayların döndüğü noktada bir lokantanın serserilere Allah ricası için müşterilerin tabaklarında kalmış yemekleri bedava olarak dağıttığını ve bu serserilerin de elde birer kırık konserve kutusuyla arka arkaya kapının önünde dizilip sıra beklediklerini görürdü”

       Romanda iki sınıf arasında kalan küçük burjuva karakterini temsil eden Ali karakteri ise içinden çıktığı yoksullar ile bir muhasebeci kimliğiyle  davet edildiği  zengin düğünleri aracılığıyla içine girdiği burjuva sınıfının gözlemcisidir. Ali üniversite yıllarında üşümemek için kütüphanelere sığınan, yarı aç yaşayarak okulunu bitiren tipik bir alt sınıf üyesidir. Suat Derviş, Ali’nin bu sosyal pozisyonunu şu satırlarla yansıtır:

               Ali’nin hayatı çok müşkül (zor) olmuştu. O bu hayatı mütemadi (aralıksız) mahrumiyetler (yoksunluklar) ve üzüntüler içinde geçmişti. Tahsil yapabilmek için nelere katlanmıştı. Fatih Medresesinin bir köşesinde buz gibi bir odayı ve sefil bir yatağı felsefe talebesiyle paylaştığı günleri aç aç kaldırımda dolaştığı haftaları ısınmak için kütüphanelere gidip kütüphaneler kapanıncaya kadar oturduğu kış aylarını unutmamıştı”

        Ali’nin içinden geldiği sınıfla varoluşu arasında yaşadığı çelişki ve sonunda arkadaşı Muammer aracılığıyla İstanbul’un serseri hayatına yine aynı gecenin devamında yaptığı ziyaret sonucu yolu Zeliha ile kesişir. Bu kesişme bütün roman boyunca karamsar bir hava taşıyan roman örgüsünün belki de en iyimser atmosferini yaratır. Ölmekte olan çocuğu için kan arayan Zeliha’ya sınıf düşmüş bu yüzden de Ekim Devrimi’ne kin güden aristokrat eskisi Prens Osman’dan aldığı beş karşılığında kan ararken Ali ile buluşur.

         Ali, Zeliha oğlu için kan vermeye karar verir. Tam da bu esnada Ali yeni biri olmaya başlamıştır. Suat Derviş bu anı şu kelimelerle aktarır:

        “Şimdiye kadar o hayatta yalnız kendisi için mahdut (sınırlı) bir muvaffakiyet (başarı) istemişti. Yalnız kendisini düşünmüş ve büyük bir gayretle kendi malik olmak istediği şeyleri almaya çabalamıştı. Fakat şimdi şu dakikada, şu karanlık sokakta, hafif vücudunu ayakta tutmak için kollarını hizmetine verdiği bu kadının yanında ve bu kadın “İstanbul bomboş.. Evladı ölecek diye çırpınan bir anayı kimse görmüyor mu ?” diye şikayet ederken birdenbire birşey keşfediyordu. Bu da hayatta herşeyi kendisi için isteyen adamın değil, başkaları için kendisinden birşey verenin, vermesini bilenin büyük adam olabileceğini hissediyordu.”  

         Zeliha trajik bir roman karakterinin yaşadığı bütün çelişkileri, çatışmaları yaşarken onun bu yolculuğunda İstanbul’un Bir Gecesi’nden ayna tutar Suat Derviş.. Suat Derviş’in aynası İstanbul’un Bir Gecesi’nde farklı sebeplerle sokağa çıkmış insanlarının yolları kesişir. Kitabın önsözünü yazan Çimen Güney Erkol’un belirttiği gibi “Bu birbirine bağlanan yaşam hikayelerinin hiçbirinde karakterler seçimleri nedeniyle eleştirilmez; yaşadıkları ahlaki sorgulama ise yazarın fikirlerini arka arkaya sıraladığı tiradlarla değil, karakterlerin kendi çelişkilerini dile getirmeleriyle veya buna tanık olan diğer karakterlerin görüşleriyle okura aktarılır. Derviş, en güzel örneklerinden bazılarını kendisinden sonra gelen kuşağın yazarlarından Orhan Kemal’de gördüğümüz şeyi yapar; yazar olarak aradan çekilir.”

          Suat Derviş, çağdaşı olan diğer kadın yazarların (Muazzez Tahsin Berkand, Kerime Nadir v.b) kadını evlilik, aile, ev ve toplumsal cinsiyet sorunlarının dışında ele alır. Onun belirgin ve ayırt edici edebi politikası, toplumsal gerçekçi edebiyata yönelmesiyle iyice belirginleşir.

      Suat Derviş, Fethi Naci’nin kelimeleriyle “Roman toplumsal gerçekliği “insan”larda somutlayarak yansıtır. Romanın bu görevini yerine getirebilmesi için bu “insan”ların gerçekten yaşayan sahih (gerçek) insanlar olması gerekir. Konuşmalarıyla, davranışlarıyla, düşünceleriyle, özlemleriyle cesaretleri ve korkaklıklarıyla umutları ve umutsuzluklarıyla” temel alan prensiplerinin hakkını İstanbul’un Bir Gecesi’nde fazlasıyla veriyor. Sanırım bu yüzden edebiyat eleştirmenlerinin ve okurların Suat Derviş’in yeni keşfedilen bu eserini dikkate almaları gerekiyor.

Yazıda yararlanılan Kaynaklar:

Suat Derviş, İstanbul’un Bir Gecesi, İstanbul İthaki Yayınları 2018

Fethi Naci, 100 Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Gelişme, Gerçek Yayınları, 1991 s.271.

TEILEN