Eser: Hans Fallada
Yönetmen: Vincent Perez
Oyuncular: Emma Thompson, Brendan Gleeson, Daniel Brühl, Mikael Persbrandt, Louis Hoffmann
Yapım Yılı: 2016
Film, birliğinden ayrı düşmüş bir Alman askerinin bir ormanda koşması sahnesiyle açılır. Can havliyle koşmakta olan asker vurulur ve düşer..
Naziler Fransa’da zafer kazanmıştır. 1940’ta kazanılan bu zafer, sokaklarda kutlanmaktadır. Gazeteler 1871 ve 1918 yenilgilerinin ardından Fransa’da kazanılan zaferin ayrıntılarını işlerken, fabrikada ustabaşı Otto Quangel (Brendan Gleeson) oğlu Hans’ın öldürüldüğü bilgisini içeren mektup, önce Nazi komutanlığına sonra eve ulaşır. Hans’ın annesi Anna (Emma Thompson) mektubu okur ve oğlunun Fransa’da öldürüldüğünü öğrenerek sinir krizi geçirir. Anna, sinir krizi esnasında “Führer’in lanet savaşı” nedeniyle oğlunun katledildiğini haykırır. Böylece filmin dramatik akışının ana ekseni belirginleşir. Evladının ölümünden faşist Hitler iktidarını sorumlu tutacak ve buna isyan edecek kadar bilinçli Anna karakteri, 2. Dünya savaşı yıllarının Almanya’yı saran karanlığı içinde sıradışı bir isyanın bir direnmenin haberini verir.
Bir tramvayın içinde yolculuk yaparken gösterilen Otto, oğlunu kaybetmenin yarattığı ağır depresyonun etkisiyle içe çökmüştür. Almanya’nın kazandığı “zafer” oğlu gibi binlerce Alman gencinin bedenleri ve kanları pahasına elde edilmiştir. Etrafında Nazi bayrakları sallayarak zaferi kutlayan Almanların neşesi ile Otto’nun kederli dalgınlığı arasındaki yabancılaşma duygusu dramatik çatışmanın gelişme yönünü gösterir.
Otto’nun oğlunun odasındaki bir kitabın içinden çıkan Hitler fotoğrafının altındaki “Der Führer” yazısını The Liar (Yalancı) olarak değiştirmesi, bu dramatik yönün gelişimini tarifler. Otto, doğru dürüst bir duygusal bir tepki bile gösteremediği oğul kaybının acısını bastırmayı tercih etmiştir. Yas sürecini tamamlamayan Otto’nun acısını telafi yöntemi, oğlu gibi binlerce Alman gencinin ölümlerinin baş sorumlusu olan Hitler’in yarattığı Nazi karanlığına karşı mücadele olacaktır.
Otto’nun çalıştığı fabrikaya gelen Nazi askeri yetkilileri şoven duyguların etkisiyle İngiltere’yi de dize getireceklerini, ancak bunun için üretimin arttırılması gerektiğinin altını çizerler. Bu propaganda konuşmasını, arka tarafta sessizlik içinde dinleyen Otto, ilk çıkışını yapar. Savaş denilen yoğunlaşmış politik ortamın etkisi, çalıştığı fabrikayı etkisi altına almıştır. İşçilerden daha fazla üretim yapılmasını talep edenlerden, bunun için daha fazla makine alınmasını, buna karşın işleri aksatan kaytarıcıların işten çıkarılması gerektiğini söyler. Otto’ya yönelen “Nasyonal Sosyalist Parti üyesi bile değilsin, kışı kurtarma fonuna yardım yaptın mı ?” eleştirilerine karşı Otto, “Almanya tek oğlumu benden aldı. Dün öğrendim ön cephede çatışmada ölmüş.Soruyorum sana Dolfuss, bir çocuktan başka daha fazla ne bağışlayabilirim ?” sözleri Nazi diktatörlüğüne yönelik sorgulamanın ilk işaretidir. Böylece dramatik akışın iyice belirginleşen yönü, Nazi diktatörlüğü altında olsa bile hisseden, sorgulayan ve konuşmaktan çekinmeyen bireyin varlığına işaret eder.
Anna’nın Nazi Kadınlar Birliği ile yaptığı ev ziyareti sırasında evde yalnız yaşayan kadına yaşam tarzından dolayı aşağılayıcı tavra dayanamayıp evden kaçmasıyla, boğucu baskı ortamından uzaklaşarak kendini bulma çabası içindeki bireyi izleriz. Anna’nın bu arayışı, her tarafı saran yalan, baskı ve yozlaşmış faşist diktatörlüğün bireyde yarattığı varoluş bunalımının bir yansımasıdır.
Bu öylesine yozlaşmış bir rejimdir ki Otto’nun çalıştığı fabrikada bir işçi, cepheye gitmemek için parmağını bilerek hızara kaptırır. Otto işçiye ilk yardımı yaparken, bunun onu cepheden kurtarmaya yetmeyebileceğini söyler.
Otto ilk karta “Anneler, führer sizin oğlunuzu öldürdü. Eğer bu kartı geçirmezseniz, sizinkini de öldürecek” mesajını yazar. Bu mesajıyla Otto, Savaşta evlatlarını kaybeden insanların sözcülüğünü üstlenir. Berlin’de, Nazi imparatorluğunun başkentinde hemen bütün basının susturulduğu ve Nazi propaganda makinesine tabi kılındığı bir ortamda gerçeğin cılız bir kalemden bile olsa dile getirilmesinin yaratabileceği etki, filmin dramatik yapısının merak uyandıran yönünü belirler.
Anna ve Otto çiftinin komşuları yahudi Rosenthal’in evinin soyulması sırasında korkudan komşusuna sığınması ve hırsızlığa bile karşı koyamaması, filmin yan öyküsüdür. Rosenthal karakteri ile yahudiliğinden dolayı kimliğini gizlemek zorunda kalanları tipleyen yönetmen Vincent Perez, filmin dramatik yapısını bütünleyen ve bir bakıma gerçeğe sadık bir anlatı sunar. Komşularının bayan Rosenthal’e sahip çıkma çabalarına rağmen, Nazi baskısı onu yaşadığı dairede bulur. Bayan Rosenthal, mahallesinde büyüyen küçük çocuğun şimdi onu tutuklamaya gelen bir Nazi askeri olmasının yarattığı duygusal tepkiyi dile getirir. Bir zamanlar sokakta oynarken yiyecek verdiği küçük çocuk, şimdi zalim bir askere dönüşmüştür. Çaresiz kalan Bayan Rosenthal, toplama kampına gitmek yerine kendini apartmandan atarak intihara sürüklenir…
Ölmüş komşusunu soyabilecek kadar gözü dönmüş bir lümpeni işlediği suçlardan ötürü işbirlikçiliğe zorlayan Nazi polis şefi Escherich (Daniel Brühl) ortaya çıkışı, filmin sonraki bölümüne damgasını vuracak gelişmeyi haber verir. Naziler, kentin muhtelif yerlerine Hitler diktatörlüğüne karşı koymaya davet eden kartların yazarının peşine düşmüştür.
Nazi polis şefleri, kentin muhtelif yerlerinde ortaya çıkan kartların yarattığı etkiyi ilkin önemsemez görünürler. Ancak zaman geçtikçe bulunan kart sayısının çoğalması ve bunun yaratacağı olası etki tedirginliklerini arttırır. Kapkaranlık Nazi diktatörlüğüne yönelen bu meydan okuma ve gerçeği dile getirme çabası, çapının çok üzerinde bir etkiye sebep olabilmesi ihtimali bakımından affedilmez bir suçtur. Bu durum, filmin tempo kazanmasını sağlayan bir unsurdur.
Anna’nın üst düzey bir SS sorumlusunun eşini Nazi Kadınlar Birliği adına ziyareti ve onu zorunlu çalışmaya daveti, kadın tarafından reddedilir. Ayrıcalıklı bir askeri sınıfın eşi olan kadın, onu çalışmaya davet eden Anna’yı tersler ve tehdit eder. Nazi Kadınlar Birliği üyeleri tarafından ısrarı yüzünden eleştirilen Anna’nın yarattığı kriz, o’nun izne çıkarılmasıyla aşılır.
Anna, kırılgan bir ilişki kurduğu Nazi Kadınlar Birliği ile bu kriz sayesinde bağlarını koparmıştır. Baskı rejiminin yarattığı bir mecburiyet olan bu zoraki ilişkinin sonlanması, Anna’nın Otto’ya yardım etmesinin önünü açar. Otto, bütün risklerine rağmen yapmak istediğini yaptığı için özgürleşen bireyin ta kendisidir. Oğlunun katlinden sorumlu tuttuğu Nazi rejimine karşı savaşırken, oldukça soğukkanlı ve stratejik bir tutum sergiler.
Polis müdürü Escherich üzerine kurulan SS baskısı, artan sayıda kartın artık bir haberleşme ağı kurması ihtimalinin yarattığı panik havasıyla birleşir. Kartların üzerinde yazan Free Press (Özgür Basın) ibaresi bir yandan anti-Hitlerci söylemin taraftar bulması ve kartlarla iletilen mesajların sansürü-baskıyı dağıtabilme ihtimali, dramatik akışın temposunu belirler. Üstlerinin baskısı altında kalan Nazi polis şefleri ile mesajlarını ulaştırmak için çabalayan Otto ve Anna’nın çabası, dramatik çatışmanın merkezidir.
Otto ve Anna’nın çevresindeki çember giderek daralmaktadır. Anna, Otto’nun işe gitmediği bir gün paniğe kapılarak eşini Berlin sokaklarında arar. Eşini sokakta bulan Anna, tam o sırada kartları bıraktığı şüphesiyle bir adamın tutuklanışına şahit olur. Her an yakalanma ihtimalinin yarattığı gerilim, Anna’nın Otto ile tartışmasına ve ondan bu işe bir süre ara vermesini istemesine neden olur.
SS subaylarının baskısı altında kalan Escherich, sonunda kart dağıtımı ile ilgisi olmayan bir adamı öldürür. Kontrolden iyice çıkan bu kovalamaca, Escherich’in SS subayı tarafından dayak yemesine ve aşağılanmasına kadar varır. Escherich yakalayamadığı gizli düşmanına karşı ikili bir ruh halindedir. Ondan hem nefret eden, hem de Otto’nun verdiği mücadeleye gizli bir sempati duyan Escherich, filmin sonunda kendisinden hiç beklemediğimiz bir davranışa sürüklenir.
Savaş sona doğru yaklaşmaktadır. Erken ilan edilen Nazi zaferi, yerini yenilgiye bırakırken; Berlin bombalanan ve sürekli mülteci alan bir kente dönüşür. Enkazları kaldıran Berlinlilerin arasında otobüs içinde seyahat eden Otto, savaşın sonunun yaklaştığını arkadaşına söyler. Otto, çalıştığı fabrikada yanında taşıdığı kartları düşürür. Dramatik çatışmanın bu beklenmedik çözümü, kartları bulan Nazi ustabaşısının, polis şeflerine bildirmesiyle Otto için yolun sonuna gelindiğinin belirtisidir. Sakin ve serinkanlı tutumunu devam ettiren Otto tutuklanır.
Göstermelik bir mahkemenin sonunda idama mahkum edilen Otto’nun kararın açıklanacağı oturum sırasında eşi Anna’ya söylediği “Şimdi kendimi özgür hissediyorum” sözü asla pişman olmadığının ve özgürlük için bedel ödeyen insanların onurlu tavrının ifadesidir.

Herkes Tek Başına Ölür, yazarı Hans Fallada’nın savaşın bitmesinin ardından kendisine teslim edilen Gestapo raporlarına dayanılarak kaleme aldığı bir roman. Otto ve Elise Hampel çiftinin gerçek öyküsünü anlatan yapıt,
Herkes Tek Başına Ölür, yazarı Hans Fallada’nın savaşın bitmesinin ardından kendisine teslim edilen Gestapo raporlarına dayanılarak kaleme aldığı bir roman. Otto ve Elise Hampel çiftinin gerçek öyküsünü anlatan yapıt, Everest Yayınları arasından Ahmet Arpad çevirisiyle yayınlandı.

“Duvarları delen suyun kuvveti değil, damlaların sürekliliğidir.” önermesine benzer bir şekilde her türlü riski göze alarak Nazi savaş makinesine karşı mücadele eden çift, böylece kalıcı bir iz ve saygın bir anı bırakmayı başardı. Kimbilir günün birinde antifaşist bir anı müzesi kurduğumuzda, bu saygın çift mücadeleleriyle insanlığın ilerici hafızasında yerlerini alacaktır. Brendan Gleeson ve Emma Thompson’un içten oyunculuklarına eşlik eden Daniel Brühl’ün performansı ile Alone in Berlin, anti-faşist sinemanın görülmesi gereken eserlerinden biri.