RAHİP BRUNSON KRİZİ: “ASIL KRİZİN SADECE BİR SAFHASI!”

76

ABD Başkanı Trump ve yönetimi, Türkiye’de yargılanan ve son duruşmada adli kontrol şartıyla tahliye edilen Evangelist rahip Brunson, tamamen serbest bırakılıp, ABD’ye, evine dönünceye kadar, Türkiye Cumhuriyeti’nin iki Bakanı’nın ABD’deki varlıklarına el koymaya ve kendilerinin ABD’ye girişlerinin yasaklanmasına karar verdi. F-35’lerin Türkiye’ye verilmesi ertelendi.  Görünen, gerilimin gevşeme değil;  tırmanma eğiliminde olduğudur. Brunson casus olduğu iddiasıyla yargılanıyor ve uzun süredir tutuklu.

Türkiye ve ABD müttefikler

Salih Zeki TOMBAK
@sztombak
sztombak@yahoo.com

Ortadoğu’da dünyanın büyük güçleri, Fransa gibi ikinci sınıf emperyalistler, bölgesel güçler,devletler, devlet altı organizasyonlar, radikaller, etnik ve dini gruplar; kısacası herkes, açık veya örtülü; doğrudan veya vekalet yoluyla yıllardır devam eden ve yıllarca devam edeceği aşikar olan bir çatışmanın içinde.

Haliyle savaş coğrafyasına en uzun sınırı olan ve bu sınırı savaşan tarafların bazılarına savaşçı, silah, mühimmat ve iaşe geçişleri için kullandırarak; yer yer bizzat; başından beri bazı güçlere destek vererek savaşta kritik roller üstlenen Türkiye’de, düşmanlarının da, müttefiklerinin de casus bulundurmasından doğal bir şey olamaz. Savaşın yarısı istihbarat!

Türkiye’de her zaman çok güçlü bir “ABD” olmuştur. İçerdeki ABD’nin  de önemli bölümü istihbarattır. Bu istihbaratçıların çoğunun bilinen, tanınan, Türkiye’deki meslektaşlarıyla ortak operasyonlar yapan, istihbarat paylaşan; dolayısıyla statüsü gizli ve legal mesleklerin erbabı olarak görünmekle birlikte, casusluk mesleğinde olduğu aşikar kişiler olduğunu söyleyebiliriz.

Peki neden bütün  bilinen ABD istihbaratçıları tutuklanmıyor da, rahip Brunson ve bir iki Konsolosluk görevlisinin peşine düşülüyor?

HER CASUS TUTUKLANMAZ

Savcılar ve hükümet yanlısı medya, bu şahısların “FETÖ” ile ilişkili olduğu iddiasındadır. Ikincil suçlama ise Brunson’ın PKK ile de ilişkili olduğudur.

ABD ile Türkiye arasındaki gerilimlerin bir ayağı “FETÖ”, diğer ayağı ise ABD PKK ilşkilisidir.

Bu iki ayağın esasen birisi AK Parti’nin sorunu; diğeri ise “devletin” kadim sorunu idi.

Erdoğan 17-25 Aralık sonrası adım adım; kendi sorununu devletin sorunu haline getirebilmek için; devletin sorununu kendi sorunu haline getirdi. Devlet ise Balyoz-Ergenekon davalarında “Fetö”nün büyük bir sorun olduğunu farkettiğinde, Cemaat-AKP-ABD ittifakı karşısında mağlup olmuş; kurşun atılmayan bir savaşta onlarca generalini kaybettiğini; Kozmik Odasına girildiğini, Genel Kurmay Başkanı’nın “terörist başı” olarak tutuklandığını görmüştü.

AKP ile Cemaat-ABD çatışması, eski devleti geri getirmedi; ama eski devletin Kürt fobisinin, AKP’nin de fobisi olmasının yolunu açtı.

KISA BİR TARİH

Gülen Cemaati 68 Kuşağı ile hız kazanan toplumsal uyanışın önünü kesmek için, 1960’ların sonundan itibaren, başka sivil, paramiliter vb organizasyonlarla birlikte devletin içine sokulmuştu. 1980’lerin sonundan itibaren ise emperyalizmin dünya çapında bir organizasyonuna dönüştürüldü. Soğuk Savaş’ın hüküm sürdüğü 1950’lerde ve 1960’larda MİT, Amerikan Merkezi Haber Alma Örgütü CİA’in Türkiye’deki aparatı konumundaydı. Gülen ve ekibini devlete sokan Fuat Doğu’nun başında olduğu MİT gibi görünse de, esasen onu da yönlendiren CİA idi. Kısacası cemaat en başından CİA’in avuçlarında büyüdü, serpildi ve sadece Türkiye’de bir güç olmakla kalmadı; uluslararası bir operasyona dönüştü.

Erdoğan iktidara gelişinde ABD’nin doğrudan ve Cemaat üzerinden oynadığı rolün farkındaydı ve bu destekten memnundu. Ancak Cemaatle yollar ayrılmaya başladığında; yolların aslında ABD ile ayrılmakta olduğunun farkına vardı. 17-25 Aralık operasyonunun cemaatin kendi kararı ve tamamen kendi imkanlarıyla gerçekleşmediğini biliyordu.

Erdoğan ve ekibi ABD’nin Türkiye’deki ortağı ve en yakını olma konumunu Cemaate terk etmemek için bir dizi riskli  faaliyete girişti.  Suriye’yi El Nusra ve IŞİD gibi örgütler eliyle dilim dilim doğrayan ABD’nin ve İsrail’in yanında saf tutmakla kalmadı; Suriye’nin yardımına koşan Rusya ile ABD ve müttefiklerini ayrıştırmak için benzersiz politikalar yürüttü. “Esad güçleri kimyasal silah kullandı” iddialarının en ateşli destekçisi AKP hükümetleri oldu. Rusya’nın SU-24 uçağının düşürülmesinin hemen ardından NATO ve ABD’nin desteğinin bizzat Erdoğan tarafından talep edilmesi ve uçağın düşürülmesi emrinin kendisi tarafından verildiği, gene hava sahası ihlali olsa, gene aynı emri vereceğini övünerek dile getirmesi hatırlardadır.

HESAPLAŞMA GÜNÜNE HAZIRLANIRKEN

Ancak 15 Temmuz’un gelmekte olduğunu gördükten sonradır ki; Erdoğan SU-24 uçağının FETÖ tarafından düşürüldüğünü söylemeye başladı ve 15 Temmuz’dan 18 gün önce SU-24 pilotunun ailesini bizzat arayarak özür dilediği Rusya tarafından açıklandı.  Anlaşılıyor ki,  yaklaşan hesaplaşma günü için Erdoğan Rusya’nın müttefikliğine talip olmuştu.

S-400 Hava Savunma Sistemi satın almak bu çerçevede anlam kazanmaktadır. ABD ve ülke içindeki müttefiklerinin gelecekteki askeri müdahale ihtimaline karşı hazırlıktır.

Rusya’nın desteğini alarak Cerablus, Dabık, El Bab ve nihayet Afrin operasyonları yapmak, Suriye’nin Kuzeyinde bir düzenli Kürt ordusu inşa eden ve Membiç’ten başlayarak, Fırat’ın doğusuna doğru açılıp genişleyen bir Kürt bölgesi tarif etmeye girişen ABD’ye karşı, TSK’nın ana gövdesinin endişelerini karşılamak, içeride olası bir ABD müdahalesine karşı devleti konsolide etmektir.

Dolayısıyla Erdoğan ABD’den gelecek tehditlere karşı, Rusya ve İranla ve bu iki devletin dolayımı üzerinden Esad ile yakınlaşarak, tedbir almaktadır.

ABD ise boğazına kadar borca ve yolsuzluğa batmiş bu eski müttefikinin, ABD’nin hasımlarıyla yakınlaşma adımlarını öfkeyle izlemektedir. Erdoğan’ın iktidarına son vermek şöyle dursun, onun kurmakta olduğu yeni rejime meşruiyet sağlamanın ötesinde zerre fonksiyonu olmayan muhalefetten umut yoktur. Erdoğan ise rahip ve konsolosluk görevlilerini tutuklayarak; Zarraf, Halk Bankası, Hakan Atilla davasının tahribatını sınırlamaya çalışmakta; tutuklu ABD vatandaşını bir siyasi rehine ve takas malzemesi olarak aleni öne sürmektedir.

Erdoğan’ın “Ver papazı, al papazı”  cümlesi, krizin “ yaptırım tehdidi” aşamasında Bahçeli tarafından da tekrarlandı. Tabii “ver papazı” derken kastedilenin Fetullah Gülen olduğu anlaşılıyorsa da, kapalı kapılar arkasında Brunson karşılığında Hakan Atilla’nın cezasını Türkiye’de çekmesi ve Halk Bankasına kesilecek ceza gibi konuların  pazarlık konusu yapıldığı iddiaları yaygındır.

KRİZİN GELECEĞİ

Türkiye Cumhuriyeti  kurucu  kadrosu tarafından, “Doğu’nun en Batısı’ndan” alınmış ve “Batı’nın en Doğusu’na” yerleştirilmiştir. Bu başlangıçta bir uygarlık tercihi ve siyasi bir kararlılığın ortaya konuluşu idi. Ama 100 sene içinde Batı ile son derece karmaşık, köklü kurumsal ilişkiler gelişti. Türkiye NATO, AB, Avrupa Parlamentosu, AGİT, OECD, Avrupa Konseyi, AİHM gibi hemen akla gelen kurumların ve bağların dışında da yüzlerce farklı network ile Batıya bağlıdır. Ordusu NATO ordusudur. Kültürel kodları, ticareti, teknolojisi, Üniversiteleri, pek çok seçkin lisesi; yetişmiş insan unsuru Batıya dönük ve Batı ile ilişkilidir. Ülkeyi borç batağının içine sokmuş bir iktidarın, hiçbir samimiyeti olmayan kaba ve sahte  anti-emperyalizmi ve Batı düşmanlığı üzerinden Türkiye’yi Batı dünyasının karşısına taşıması mümkün değildir. Keza çok kısa aralıklarla Batı’nın yanında, kendilerine karşı saf tutmuş, tehlikeli provokasyonlara girişmiş bir siyasi ekibin; herhangi bir fikri, entelektüel derinliği ve ahlaki temelleri olmayan, kısa vadeli ihtiyaçlarını karşılamak için Rusya’nın ve İran’ın riskli ilişkilere gireceğini kimse düşünmemelidir.

ABD, müttefiklik ilişkileriyle taban tabana çelişen sayısız uygulamasının gayrı ahlakiliğini, Erdoğan ve iktidarının ekonomik güçlüklerini büyüterek ve Erdoğan’ın tek adam imajının arkasına saklayarak krizi derinleştirecektir.

El altından yürütülen uzlaşma çabaları, çok kısa bir sürede Brunson’un evine gönderilmesi ve krizin sadece bu aşamasının sona erdirilmesi sonucunu vermezse, zaten çok büyük ve derin ekonomik zorluklar ile karşı karşıya olan olan iktidarın hızla çöküşüne, ağır toplumsal maliyetlere  tanık olabiliriz.

Brunson evine gönderilirse; kriz sadece kısa bir süre için soluklanacak demektir.

TEILEN